Alkol ve Madde Bagimliligi

 

Türkiye’de ve dünyada hızla alkol ve uyuşturucu madde alım oranları artmakta, maddeye başlama yaşları ise tüyler ürpertici bir şekilde gittikçe düşmektedir. Kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal hayatını yok eden, insanı insan olmaktan çıkaran uyuşturucu maddelerle mücadele etmek, geleceğimiz olan çocuklarımızı bu maddelerden korumak ancak iyi bir koruyucu halk sağlığı yaklaşımıyla olabilecektir. Ancak koruyamadığımız ve bir şekilde maddeyle karşılaşmış kişilerin maddeden kurtarılması için iyi bir psikiyatrik tedavi protokolünün olması zorunludur. Bu kişilerin iyileşebileceğine, maddeden kurtulabileceğine öncelikle biz sağlıkçıların inanması gerekmektedir. Madde tedavisini “ya tutarsa ” mantığıyla karşılamak ve kişilere bu mantıkla yaklaşmak tabii ki başarı şansını daha baştan azaltacaktır. Haliyle psikiyatr, psikolog, sosyal hizmet uzmanları, rehber öğretmenler, aileler, yakın arkadaşlar ve bağımlı kişiler işbirliği içinde olmalı, bir ekip çalışması halinde sorunun üzerine gitmelidir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde toplumun % 90’ı yaşamının bir döneminde alkol aldığı, erişkinlerin % 60-70’inin ise sıkça alkol almakta olduğu tespit edilmiştir. Kalp hastalığı ve kanserden sonra alkole bağlı sağlık sorunları Üçüncü sırada yer almaktadır. Erişkinlerin % 30-45’i yaşamının bir döneminde en az bir kez aşırı alkol almaya bağlı bir sorunla (yasal, trafik, iş, okul) karşılaşmıştır. Hala yılda 200.000 kişi alkole bağlı bir sorundan ölmektedir.

Otomobil kazalarında % 75, kazadan ölümlerde % 50, adam öldürmelerde % 50, intiharlarda % 25 oranında alkol sorumlu tutulmuştur. Ortalama yaşam süresini en az 10 yıl kısaltmakta olan alkol, bağımlılık yapan diğer uyuşturucu maddelere de öncülük etmektedir.

Kentlerde kırsala göre daha yaygın olan alkolizm birinci derece akrabalarında alkol bağımlılığı olanlarda 7 kat daha fazla görülmektedir.

Alkol Bağımlılığının Tipleri vardır:

Psikolojik bağımlılık safhasında kişi ruhsal ya da bedensel bir sıkıntıyı gidermek için olağandışı, aşırı alkol alma durumundadır. Bırakıldığı zaman kesilme belirtisi görülmez. Bunun bir ileri aşamasında kişide aşırı alkol alma sonucu gastrit, polinevrit, karaciğer yağlanması gibi bedensel bozukluklar çıkmaya başlar ve bunlar fiziksel bir bağımlılığın ortaya çıktığının belirtileridir. Daha ileri aşamada istemli denetim ortadan kalkar, içme isteği durdurulamaz bir hal alır. Bedensel bozukluklar gelişir ve alkol bırakıldığı zaman kesilme belirtileri ortaya çıkar. Bu alkole ruhsal ve fiziksel yönden bağımlılık oluştuğunun bir delili olarak karşımıza çıkar. Artık en ileri safhada kişi alkole susamış gibidir. Aşırı bir istek ve tutku ile alkol armaya başlar. Bulunca su gibi içerler. Günler, haftalar bazen de aylarca süren bu dönemleri daha sonra hatırlamayabilir. Bu son safha kişinin psikososyal yıkımının en üst düzeyde olduğu ve alkolün kişiyi adeta esir ettiği safhadır. Şiddetle tedaviye ihtiyacı olduğu bir dönemdir. Çünkü alkole bağlı ölümler ve zehirlenmeler ve kalıcı bozukluklar bu safhada oluşur.

Alkole bağlı psikiyatrik ve bedensel hastalıklar çok ağır seyreden hastalıklardır. Deliryum tremens denilen bir tablo vardır ki alkolün kesilmesinden sonraki 48 saat içinde ortaya çıkan bilinç bozukluğudur. Bilinç bozukluğu çevrede olan bitenin farkında olma düzeyinin azalması şeklinde görülür. Hasta gün içinde açılıp kapanmalar gösterebilir. Bu dönemde eğer gerekli tıbbi müdahale yapılmazsa ani kalp ve solunum durmalarına bağlı ölümler ve kalıcı bunamaya giden şiddetli bozukluklar görülebilmektedir.

Uzun vadede alkol paranoyası, alkole bağlı bunama, depresyon, kaygı bozuklukları, uyku bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları, iktidarsızlık, felç, karaciğer ve pankreas hastalıkları, beyincik hastalıkları, ağız boşluğu, yemek borusu, kalın barsak, karaciğer ve pankreası tutan kanserler sık görülen hastalıklardandır.

Madde Kullanımı ve Bağımlılığı

Öte yandan uyuşturucu madde kullanımı ise gittikçe büyüyen bir insanlık meselesi haline gelmektedir. Mesela 1962 yılında Amerika’da hayatı boyunca uyuşturucu madde ile karşılaşan insan sayısı nüfusun % 4’ü iken, bu oran şimdi %33’e kadar ilerlemiştir. Uyuşturucu madde kullanımının yaşı da gittikçe düşmektedir. Önceden erişkinlerde görülen bu durum şimdi çocuklarda bile görülebilmektedir.

Bütün dünyada sıklığı artan madde kullanımının ve bağımlılığının yaygınlığı ülkemizde de günden güne artmaktadır. Yeniden Sağlık ve Eğitim Derneği’nce Türkiye’nin uyuşturucu konusundaki ilk karşılaştırmalı araştırması niteliğini de taşıyan, İstanbul’un 15 ilçesindeki 43 okulda, 104 sınıfta eğitim gören 3 bin 168 lise 2 öğrencisi ile yapılan bir araştırmanın sonuçlarında: Tütün kullanımının 2004 yılında 2001’e göre yüzde 72.7, alkol kullanımının da yüzde 17.6 oranında düştüğü, esrar kullanımının ise 2001 yılına göre yüzde 75 artış gösterdiği, Uçucu madde kullanımının yüzde 40.5, yeşil reçete ile satılan yatıştırıcı hap kullanımının yüzde 15.8, uyuşturucu hap kullanımının yüzde 184.6, sentetik hap kullanımının yüzde 287.5, eroin kullanımının yüzde 100 artış gösterdiği, madde kullanımının erkeklerde kızlara göre daha yaygın olduğu ancak son yıllarda kızlarda da artış kaydedildiği, en kolay bulunabilen zararlı maddenin 2001’de uçucu maddeler iken, 2004’te esrar olduğunu, bulunabilirliği en fazla olan maddenin de sentetik hap olan ecstasy olduğu kaydedilmiştir.

Yapılan araştırmaların gösterdiği önemli bir diğer sonuç da madde bağımlılığı ile kişilik bozuklukları arasında bir ilişkinin olduğudur. Ergenlik dönemi de kişilik olgusunun tanımlandığı ve madde ile ilk karşılaşmaların sıklıkla meydana geldiği bir dönem olarak son derece önemlidir. Ergenlik dönemindeki sorunlu kişilik yapılanmaları bu dönemde davranım bozukluğu olarak adlandırılırken kişinin yetişkin kategorisine geçmesi ile beraber kişilik bozukluğu tanı grubu içinde incelenir. Bu kişilik bozukluklarının ergenlik dönemindeki görünümleri ise umursamazlık, fevrilik, otorite ile çatışma, sosyal uyumda dirençlilik, dürtü kontrol sorunları, dengesiz davranma gibi özellikleri içerir. Bu özellikler ise DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, AKB (Antisosyal Kişilik Bozukluğu),Border-Line (Sınır) Kişilik, Pasif Agresif Kişilik Bozukluğu gibi klinik tanımlamalarda belirleyici kişilik özellikleri olarak ele alınırlar. Bunlar içinde Antisosyal Kişilik Bozukluğu madde kullanımı bağlamında en sık görülen tablodur. AMATEM bünyesinde yapılan araştırmada madde kullanan kişilerde Antisosyal Kişilik Bozukluğu görülme sıklığı %30 olarak belirtilmiştir.

Genel Sebepler

  1. Kişilik sorunları; özellikle aşırı güvensiz, bağımlı, engellenmeye dayanma tahammülü olmayanlar, depresif ve içe dönük kişilerde madde kullanımı daha sık görülmektedir.
  2. Çevresel etkenler; Ailesinde madde kullanımı olan bireylerde risk daha çoktur. Mesela birinci derece akrabalarında alkol bağımlılığı olanlarda alkol bağımlılığı riski 7 kat daha fazladır.
  3. Çevrede madde kullanımının yaygın olması da riski artırmaktadır (arkadaş, komşu v.s.). Genellikle özenti şeklinde başlayan madde kullanımı bağımlılığa kadar gitmektedir.
  4. Stres etkenlerinin olması riski artırır. Eğer kişide bir psikiyatrik rahatsızlık varsa, madde kullanım riski artmaktadır. Mesela toplum önünde etkinliklerde bulunmaktan korkma şeklinde giden sosyal fobide alkol bağımlılığı %19, uyuşturucu madde bağımlılığı %13 oranında görülmektedir.
  5. Aile içi iletişim ve paylaşım sorunlarının olması kişileri maddeye iten önemli bir etken olmaktadır.

Bir kişinin madde aldığından şüphelendiren şeyler nelerdir?

Madde kullanımının en korkulan sosyal sonucu gençlerde yaygınlığının artmakta olduğudur. Madde kullanan bir genci tanımak için dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır:

  • Geceleri çok sık dışarı çıkması ve bar disko gibi eğlence yerlerine çok sık gitmeye başlaması
  • Eski arkadaşlarını bir bir ve kısa sürede terk edip yeni ve çok sık beraber olduğu yeni arkadaşlıklar kurması ve kim olduklarından ailesine bahsetmemesi
  • Gece saatleri bile olsa gelen bir telefonla apar topar dışarı çıkması veya cevapsız telefonların sayısında belirgin artış olması
  • Çok para harcamaya veya istemeye başlaması
  • Ona ait olmadığını bildiğiniz eşyalarla gelmesi ve bunları bir daha görememeniz
  • Ani kilo kayıpları ve iştah sorunlarının olması
  • Uyku düzeninin bozulması
  • Göz çevresinde kızarmalar, donuk bakışlar olması
  • Elde ve vücutta daha önce görmediğiniz titremelerin olması ve daha birçok aniden değişen sosyal ve fiziksel şartların olması.

Birimimizde bu bilgilerin ışığında nasıl bir yaklaşım sergilenmektedir?

Alkol ve madde kullanım bozuklukları psikiyatri dünyasında hekimin çaresiz kaldığı ve sınırlı imkanlara sahip olduğu hissini veren bozukluklardır. Bu kategoride yer alan kişiler genellikle tedavi edilemeyecek derecede kişiliği bozuk bireyler olarak algılanır. Hatta sağlıkçıların arasında bile bu kişiler için farkına varılmayan bir damgalama yaklaşımı vardır. “Madde kullanım bozuklukları zaten tedavi edilemeyen bozukluklardır, madde alan kişiler genellikle problemli olduklarından uyumları da bozuktur. Dolayısıyla bir şeyler yapmaya çalışalım, ama pek sonuç alınabileceğini sanmıyorum” düşünceleri birçok defa zihinlerden geçmektedir. Hâlbuki iflah olmaz diye nitelendirilen kişilik bozuklukları madde kullananların sadece %30’unu oluşturmaktadır. Geri kalan %70’lik kesim tedavi potansiyeli olan kişilerdir. Bu bilginin ihmal edildiği bu yaklaşım tarzı, haliyle tedavi başarısını olumsuz yönde etkilemekte ve daha yolun başında ümitsizliği körüklemekte, madde kullanım bozukluklarının tedavisinde en önemli etken olan cesareti baltalamaktadır. Madde tedavisinin birinci kuralı hekimin hastasını iyileştireceğine inanması, hastasına inanması, hastanın da hekimine ve iyileşeceğine inanmasıdır.
Tedavide başköşeyi tutan bu duygusal aşamayı başarıyla geçtikten sonra maddeyle somut mücadele başlamaktadır.

Maddeyle mücadele her şeyden önce bir ekip işidir. Bir psikiyatri uzmanının yönettiği bu ekibin içinde psikolog, sosyal hizmet uzmanı, sanat terapisti, spor uzmanı, müzikterapist, hemşire, hasta bakıcı ve yakın çevreden kişiler yer almalıdır. Ayrıca madde kullanım bozuklukları bedensel hastalıklara ve bozukluklara sebep olduğu için bir dâhiliye uzmanı ve nöroloji uzmanının da danışman hekimler olarak ekipte yer alması gerekmektedir. Böyle bir ekiple madde kullanım bozukluğu içindeki kişi tedavi boyunca yalnız bırakılmamakta ve maddeye yenik düşmesinin engellenmesine çalışılmaktadır. Madde kullanım bozukluğunun tedavisi çoğu zaman bir klinikte başlar, ama hayatın içinde devam eder. O yüzden klinik harici hayatının tanziminde ve mücadelesinde yardımcı olmadaki etkililik, tedavi başarısını büyük ölçüde artırmaktadır.

Böyle bir ekibin oluşturulduğu merkezimizde, çok önem verdiğimiz güven ve inanma felsefesi içinde madde kullanım bozukluğu için gelen kişileri önce rutin bir değerlendirmeden geçiririz. Değerlendirme ve tedavi aşamaları şu şekilde gelişmektedir;

  1. Acil değerlendirme; eğer madde kullanım bozukluğuna bağlı zehirlenme, kalp ve karaciğer bozukluğu, genel durum bozukluğu, deliryum tremens, yoksunluk gibi acil bir durum söz konusu ise ilk değerlendirme acil tedavi birimindeki hekim tarafından hızla değerlendirilir ve kişi ihtiyacına göre yoğun müşahede altına alınır. Bu arada rutin kan ve idrar tahlilleri, gerekirse beyin MR’ı ve ultrason, beyin haritası (kantitatif EEG) tetkikleri yapılır. Dâhiliye ve nöroloji tarafından değerlendirilip girişim gerektiren bir hayati durum olup olmadığı tespit edilir. Eğer kişinin o an ki durumu daha yakın bir gözlemi gerektiriyorsa yoğun bakım ünitesine alınır.
  2. Poliklinikte psikiyatrik değerlendirme: acil olmayan şartlarda poliklinikte görev yapan psikiyatri uzmanı, gelen kişiden ayrıntılı bir psikiyatrik hikâye alır ve değerlendirme sonrasında ilgili testleri ve tetkikleri ister. Bu tetkiklerin sonrasında kişide bir yoksunluk ihtimalinin olup olmadığını, hastane ortamında mı ayaktan mı takip etmenin uygun olacağını, nasıl bir tedavi stratejisi izlemesi gerektiğini, kimlerle ve hangi branş hekimleriyle fikir alış verişi yapması gerektiğini tespit eder. Bu genel değerlendirilme aşamasından sonra özellikle madde kullanım bozukluğu olan kişiler için hazırladığımız tedavi programına başlanır.
  3. Biyolojik destek programı;
    Hem fiziksel hem de psikiyatrik tedaviyi kapsar. Madde kullanım bozukluğu olanlarda fiziksel hastalık gelişme riski yüksektir. Mesela kokain ve ekstazi gibi sempatik sistemi aktive eden maddeler kalp ve beyin damar hastalıkları, hipertansiyon riskini artırmakta, hatta yüksek doz alımlarda beyin kanaması ve kalp krizine sebep olabilmektedirler. Alkolün ise karaciğer fonksiyonlarını bozduğu ve karaciğer yetmezliğine sebep olduğu herkesçe bilinen bir durumdur. Haliyle bu tür maddeleri kullanan kişilerde kalp elektrosu, nabız-tansiyon takibi, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri yapılır ve gerekiyorsa ilaç tedavisi başlanır. Eğer yoksunluk belirtileri varsa, kişinin damar yolu açılır, serum ve vitamin takviyesi yapılır. Mesela alkol kesilmesine bağlı deliryum tremens tablosunda kişinin bilincinde oynamalar, hayati fonksiyonlarında tehlikeler görülür. Bu dönemde damar yolunun açılması, solunum desteğinde bulunulması ve özellikle B1 vitamini (tiamin) takviyesi hayat kurtarıcıdır. Eğer B1 vitamini vermekte gecikilirse alkole bağlı kalıcı bunama tablosu gelişebilmektedir. Bu acil girişimle birlikte hastanın psikiyatrik ilaç tedavisi de düzenlenir. Psikiyatrik ilaçlarla kişilinin rahatlaması, sıkıntısının azaltılması, madde alma isteğinin giderilemesi ve madde kullanımı sonrası oluşan depresyon, kaygı bozukluğu, panik, paranoya, uykusuzluk, iştahsızlık gibi durumların ortadan kaldırılması hedeflenir.

Kişilerin psikiyatrik ve tıbbi değerlendirilmeleri ve tedavilerinin düzenlenmesinin ardından psikolojik ve sosyal desteğe yönelik terapi programlarına geçilir.

  1. Psikolojik destek programları;
  2. Bilişsel terapiler: Madde kullanım bozukluğu olan bireylerde bir zaman sonra adeta maddenin yarattığı bir kişilik oluşur. Sanki kişinin kendisi gitmiş ve madde kullanan yeni bir kişilik hâkim konuma geçmiştir. Bunun sonucunda kişinin bilişsel algıları bozulmakta, hayata bakış, mutlu olma ve zevk alma duyguları değişmektedir. Sanki madde almadan mutlu olamayacakları, madde sayesinde mutlu olabildikleri, zevk alma unsuru olarak yalnızca maddenin olduğu, maddenin çalışmasını ve günlük aktivitelerini düzenlediği gibi yanlış düşünce kalıpları gelişir. Bu yanlış inanışlardan dolayıdır ki madde kullanan insanlar kendilerini ölümün eşiğine getiren şey madde olduğu halde onu bırakmak istemez, hatta faydalı olduğunu savunacak kadar içgörüsüz bir hale gelir. Bazen de defalarca bırakıp başlamanın etkisiyle artık maddeyi bırakamayacakları şeklinde bir inanç gelişir ve bırakma konusundaki cesaretlerini iyice kaybederler. Bilişsel terapilerle kişide oluşan bu yanlış düşünce kalıpları düzeltilmeye ve içgörü kazandırılmaya çalışılır.
  3. Davranışçı terapiler: madde kullanan kişiler bırakma aşamasında özellikle yoksunluk dönemlerinde dayanamayıp istemeyerek de olsa tekrar madde alırlar. Buna sebep aşerme dediğimiz yoğun madde alım isteğidir. Bu isteğin ilaçlarla azaltılmasına, kişinin bu dönemde kendisine hâkim olmasına yardımcı olunur, ancak davranışçı yaklaşımlarla da desteklenme zorunluluğu vardır. Kişinin bu dönemde maddenin yerine geçebilecek bir alana yönlendirilmesine gayret edilir ve madde almaması için ne gibi davranışların geliştirilebileceği tespit edilir.
  4. Psikoteknik uygulamalar:

Neurobiofeedback (sinirsel ve bedensel geribildirim tekniği): Madde nini bırakılması ilk dönemlerde aşırı bir stres ve gerginlik oluşturmaktadır. Stres anında vücutta deri direncinin artmasına bağlı olarak uyuşma ve karıncalanma, deri ısısının düşmesine bağlı olarak ellerde ayaklarda üşüme ve soğuk terleme, kaslarda kasılmaya bağlı olarak gerginlik, kasılmalar, kramplar ve baş ağrıları, kalpte hızlanmaya bağlı olarak çarpıntı ve nabızda artma, damarlarda büzüşmeye bağlı olarak kan basıncında yükselme gibi fiziksel değişiklikler oluşmaktadır. ‘Neurobiofeedback’ sinirsel ve bedensel geribildirim anlamına gelmektedir ve beyin dalgalarındaki ve bu bahsedilen fiziksel değişikliklerdeki geribildirime göre hareket eden bir yöntemdir. Kas kasılması olduysa gevşemeye, deri direnci arttıysa azaltmaya, deri ısısı azaldıysa yükseltmeye, kalp hızı arttıysa düşürmeye yönelik manevralar belirlemede ve bunları hastanın kendi başına günlük hayatta, stresli durumlarda kullanmasını sağlamada kullanılır. Bu fiziksel parametreleri normale getirmek için kullanılan kısmına ‘bio-feedback’ yani bedensel geribildirim, stres anında gelişen elektriksel beyin değişikliklerini normale getirmek için kullanılan kısmına ise ‘neuro-feedback’ yani sinirsel geribildirim adı verilir. İki yöntemin birlikte kullanıldığı şekline de ‘neurobiofeedback’ denilmektedir. Maddeyi bırakamama ve tekrar alma sebeplerinden en önemlisi bırakma döneminde ortaya çıkan sıkıntının kontrol altına alınamamasıdır. Bu durumda ortaya çıkan sıkıntı bulgularının bilgisayar ortamında azaltmaya yönelik manevralarla düzeldiğini gören kişinin hem cesaretinin artmakta hem de sıkıntısını kontrol etmeyi öğrenmektedir.

RehaCom: Bu yöntem de beyin fonksiyonlarındaki bozulmalara bağlı olarak ortaya çıkan dikkat kusurlarını düzeltmede etkilidir. Bir manada bozulmuş dikkatin yeniden eğitilmesi ve yeniden geliştirilmesi için hazırlanmış bir yöntemdir. Madde kullanım bozukluklarında, madde kullanımı ile ilgili olaylara, nesnelere, ortamlara, isimlere karşı bir dikkat artışı olur. Kişi bir türlü dikkatini maddeden alamaz. Maddeye yoğunlaşma ve maddeyle aşırı uğraş kişiyi maddeye yönlendirir. Sonuçta başarısız bırakma girişimleri söz konusu olur. Bu meyanda REHACOM çok etkili olmakta ve kişinin dikkatini olması gereken nötr hale getirmeye çalışır. Madde düşüncesiyle kirlenmiş dikkati bir manada temizler ve dikkati madde harici alanlara yönlendirebilme becerisini geliştirir. Merkezimizde bu yöntemin uygulandığı alkol, esrar ve hatta eroin bağımlısı kişilerden çok olumlu neticeler alınmaktadır. Bu psikoteknik uygulamaları hızla madde tedavisinde yerini almaya başlamıştır. ABD ve Avrupa’da yıllardır uygulanmaktadırlar.

  1. Rehabilitasyona yönelik terapiler:

— Meşguliyet terapileri (Ergoterapi): meşguliyet terapileri boş zaman etkinlikleri olarak tanzim edilir. Yoğun madde alma düşünceleriyle meşgul olunmasını engelleme ve moral takviyesi için uygulanırlar. Kişiye uygun aktivitelerden boyama, heykelcik veya süs eşyası yapma, küçük atölye araçları sayesinde oyma ve ahşap eşya yapma gibi etkinliklerdir. Hastanede yatan bireyler için bir ergoterapi uzmanının kontrolünde her gün 1 saatlik seanslar uygulanır. Bazı ölçekler vasıtasıyla performansları ölçülür. Bu meşguliyet faaliyetlerinin hastane sonrasında da sürdürülmesi için planlar yapılır.

— Sanat terapileri: Ebru, resim, heykel gibi sanatlara yatkınlığı olan bireyler bir sanatterapisti tarafından en az haftada 2 saatlik seanslara alınır. Bu seanslarla bir yandan kişinin iç dünyasında yaşadığı karmaşalar, çelişkiler, çatışmalar tespit edilirken öte yandan rehabilitasyon ve rahatlama imkanı yaratılmaya çalışılır.

— Müzikterapi (müzikle tedavi):

Öncelikle müzikterapinin madde kullanımı olanlarda ne gibi etkinliklerinin olduğu ve bu konuda ne gibi araştırmaların yapıldığına değinelim;

Müzikal etkinlikler kişilerin maddeyi bırakamayacakları, bırakırlarsa mutlu olamayacakları şeklinde saplantılarına çok etkili olmaktadır. Madde bağımlısı kadınlar üzerinde yapılan bir çalışmada dans terapisinin tedavi ve rehabilitasyon açısından faydalı olduğu kanıtlanmıştır. Dansın kendine güveni artırıcı etkisinin olduğu tespit edilmiş, bunun da, kişilerin maddeyle mücadelelerinde daha güçlü olmalarına fırsat verdiği düşünülmüştür. 1983 yılında yapılan bir diğer çalışmayla, müzikle tedavinin bağımlılıkla yüzleşme, tahammül etme, içe çekilme ve yetersizlik korkusunda azalma, uyumlulukta artma için bir çözüm yolu sunduğu ortaya koyulmuştur.

Madde bağımlılarında bir diğer önemli konu olan motivasyonun ve tedaviye uyumun sıklıkla tehlikeye girmesidir. Uzun bir süreç olan madde tedavisinde zaman içinde kişide bireysel terapi, grup terapisi, ilaç ve yeni bir çevrede bulunma girişimlerine karşı direnci gelişmektedir. Bu direnç dönemlerini başarıyla atlatabilen kişiler maddeyi bırakmaya muvaffak olabilmektedirler. İşte müzikle tedavi, bu durumlarda güçlü bir tedavi yaklaşımı olabilmektedir. 1992 yılında Heany adlı araştırmacının yaptığı bir çalışma göstermiştir ki, madde bağımlılığında müzik ve sanat terapisi yaklaşımları, bireysel terapi, grup terapisi, ilaç ve yeni bir çevrede bulunma gibi diğer girişimlerinden daha zevkli ve bir o kadar da etkili bulunmuştur. Ayrıca bu tedavi yöntemlerine devam edilmesinin motivasyonu artırıcı olduğu belirlenmiştir. Bu türden aktivitelerin alkol içme davranışını da etkilediği ve alkol tüketimini %30 azalttığı gözlenmiştir.

Madde bağımlılığında en önemli konu tekrar madde alımının, yani nükslerin çok sık olmasıdır. Tedavi edilebilen kişiler bile birçok tekrar alım teşebbüsünden sonra maddeyi bırakabilmişlerdir. Nükslerde en büyük etkenler; kişinin maddeyle karşılaşmadan önce yeterince hazırlıklı olamaması, yoğunlaşamaması, bu durumlarda neler yapabileceği konusunda iyi eğitilmemiş olması ve gerekli sosyal düzenlemenin yapılamamış olmasıdır. Müzikle tedavi sayesinde beceri elde edilmesi, destek ağı oluşturulması ve kendine güven gibi özel konulara odaklanıp yoğunlaşma sağlanması mümkün olmaktadır. Böylece madde ile karşılaşıldığında ortaya çıkacak zorlukların giderilmesi için, çok yönlü ve uyum sağlayıcı bir tedavi imkânı sağlanmaktadır. Müzikle tedavi, madde kullanımı için uygulanan hastane tedavisi ve rehabilitasyon programının ardından, kişinin bir daha madde alımını engellemek için günlük hayata başarılı ve sakin bir şekilde geçişine fırsat tanımaktadır.

1970 yılındaki yapılan bir çalışmada, LSD tedavisinde müziğin etkisi incelenmiş ve özellikle dinî müzik, aşk türküleri, romantik şarkılar gibi bilinen ve kişinin kültürüne yakın müziklerin dinletilmesi çok etkili bulunmuştur.

Madde bağımlıları genellikle toplumda istenmeyen, ilişkiye girmekten kaçınılan insanlardır. Kendi aileleri, akrabaları, yakın çevreleri, arkadaşları tarafından dışlanmaya maruz kalan, hatta korkulan insanlardır. Madde bağımlılığı öncesinde çok saygın olan, itibar gören kişi; bağımlılık sonrası ailedeki küçük çocukların bile dalga geçtiği, önemsemediği bir insan haline gelebilir. Bu durum kişinin toplumdan uzak kalmasına, yalnızlığa itilmesine, özsaygısının ve kendilik algısının azalmasına sebep olmaktadır. Sonuçta bir yandan toplumun tecrit etmesi, öte yandan yalnızlığın tercih edilmesi kişiyi hızla maddeye itmekte; haliyle onu, madde bağımlılığından kurtulmada çok önemli olan sosyal destekten mahrum bırakmaktadır. Müzik bu hastalarda sözel olmayan iletişimi ve paylaşım duygusunu artırır. Nitekim alkolizm tedavi merkezinde bir müzik aleti eşliğinde şarkı söylemenin tedavideki etkinliği incelenmiş ve içe kapanmış alkoliklerde grup etkinliğine katılımın arttığı tespit edilmiştir.

Madde bağımlılığı tedavisi gören insanların tedavi kürü sonrasında yalnız kalmaları boşluk duygularını artırıp maddeye dönmelerini kolaylaştırmaktadır. Bu yüzden bağımlının tedavi sonrası süreçte yalnız kalmasına, sıkıntı yaşamasına fırsat verilmemeli ve bunun için gerekli etkinlikler düzenlenmelidir. Bu meyanda oluşturulan korolar, müzik aleti eğitim grupları çok etkili olmaktadır. Müzik stresi azaltma etkisinin yanında, sosyal çevre değişikliği için de fırsat oluşturmaktadır.

Alkoliklerde müzikle tedavinin; var oluşsal ve duygusal açıdan kendini ifade etme, kendine güven ve iletişim üzerindeki etkilerini inceleyen bir çalışmada; müzikle tedavi seanslarının kişilere bir maddeye ihtiyaç duymaksızın duygularıyla başa çıkma yollarını öğrettiği gözlenmiştir. Yapılan bir çalışmada bağımlıların %75’inde müzikle tedavinin iyileşme için uygun bir tedavi aracı olduğu tespit edilmiştir. Mutluluk, sevinç ve zevk alma duyguları artarken, suçluluk, üzüntü, itimatsızlık duyguları azalmıştır (Jones 1998).

Müzikle tedavi ve müzik, bağımlı kişilerin duygularına ulaşmada ve onları açığa çıkarmada etkilidir. Bir müzik çalışmasına ritim aletleriyle eşlik etmek, ifade edilen duyguların yoğunluğunu artırmaktadır. Sanatın ve müziğin kullanıldığı aktivitelerde, diğer terapi yöntemlerinden daha çok duygusal yoğunluk yaşanır ve daha çok duygu şekillendirilir. Madde kullanım sorunu olan kişilerin iç dünyalarının derinliklerinde, ifade edilemeyen ruhsal acıların ve ihtiyaçların olması söz konusudur. Müzikle tedavi bunları yüzeye çıkarmada ve uygun bir şekilde müdahale etmede çok başarılı olmuştur. Özellikle şarkı yazma ve şiir yorumlama, seanslar esnasında kişilerin duygularını ortaya çıkarmada başarılı bulunmuştur.

Şarkı yazma veya şiir yorumlama etkinlikleri, sosyal iletişimi artırmakta, kişinin özgüvenini geliştirmektedir. Ergenlerde uyuşturucu kullanımına yatkınlığı artıran sebepler arasında, yeterince bilgi sahibi olmamak yatmaktadır. Bilgilendirmenin, eğitmenin, bilinçlendirmenin madde kullanımını azalttığı bilinmektedir. Madde kullanımı olan ergenler üzerinde yapılan bir çalışmada, alınan maddeyle ilgili şarkılar seçilmiş, kaydedilmiş ve sözleri yazılmış. Sonra bu şarkılar, ergenlere dinletilmiş, yazdırılmış; şiirler de yorumlatılmış. Bu sayede, ergenlerin maddelerle ilgili konuları anlamalarına yardımcı olunmuş ve kontrol kaybı, fiziksel yıkım, bağımlılık artışı gibi sorunların farkına varmaları sağlanmıştır. Müzikle tedavi sayesinde, ergenler günlük stresle başa çıkmanın alternatif yollarını öğrenmişler ve uyuşturucu konusunda bilinçlenmişlerdir (113). Gevşeme eğitimi, şiir yorumlama ve şarkı yazma gibi müzikle tedavi girişimleri duygudurumu olumlu şekilde etkiledikleri gibi zihinsel performansı da artırmaktadır.

Madde bağımlılarında maddenin bırakıldığı aşamalarda en önemli problemin, aşırı içme duygusunun yarattığı kaygı ve sıkıntılar olduğundan bahsetmiştik. Müzikle tedavide uygulanan hayal kurma ve gevşeme teknikleri, madde bağımlısı olan kişilerde hem kısa vadede hem de uzun vadede algılanan stresi ve bunaltıyı azaltmakta etkilidir. Stresin ve sıkıntının azaltılması, maddeyi bırakmadaki başarıyı etkileyen en önemli parametredir. Eğer kişiye bu sıkıntılı devrede yardımcı olamazsanız maddeye gidişini önlemeniz neredeyse imkânsız hale gelir. Bu yüzden uzman sık sık gevşeme eğitimi vermeli ve bağımlının bunu seans harici zamanlarda da kullanmasını sağlamalıdır.

Müzikle tedavi kişinin kendilik kavramını düzeltir ki madde bağımlılarında kendine güven ileri derecede azalmıştır. Çoğunda artık işe yaramayacakları, ömürlerinin böyle geçip gideceği inancı gelişmiştir. Araştırmalarda görülmüştür ki müzikle tedavi işe yarama duygusunu yeniden uyandırmakta, unutulmuş olan birey olma idrakini yeniden oluşturmaktadır.

Madde bağımlıları kendileri ve çevreleri için bir şeyler üretebilmek için maddenin şart olduğuna inanırlar. Bu yüzden madde alabilmek maksadıyla kendilerini toplumdan geri çekerler. Madde bağımlılarında görülen sosyal geri çekilmeyi ortadan kaldırmak için şiir ve ritim içerikli doğaçlama yöntemi kullanılmıştır. Böylece katıldıkları etkinlikler sayesinde elde ettikleri kazanımların, kaybettiklerini düşündükleri şeylerden çok daha fazla olduğu kendilerine gösterilmiştir

Yapılan çalışmalar ışığında görüyoruz ki müzikle tedavi duygusal boşluklarını maddeyle doldurmaya çalışan bağımlılar için, maddeye karşı güçlü ve etkili bir alternatif olmaktadır. Bu da tedavide başarı şansını artırmaktadır.

Merkezimizde uygun olan hastalar için haftada iki seans müzikterapi seansları tertip edilmektedir. Ayrıca her hasta için müzik saatleri oluşturulup bu saatlerde kişilerin eğlenmeleri, şarkı söylemeleri, şarkı dinlemeleri, oynamaları, dans etmeleri sağlanmaktadır.

Sosyal terapiler: Kişinin hastanedeki arındırma tedavisinden sonra hayatında yeni bir sayfa açması ve kendisi için güvenli ve huzur verici bir ortam oluşturulması çok önemlidir. Bunun için hastane ortamında kazandırılmış beceriler, sanat ve meşguliyet faaliyetlerinin yardımıyla boş zaman etkinliklerine yönlendirilir ve kişinin çevresine yönelik bilgilendirme ve rehabilitasyon etkinliklerine başlanır. Hasta yakınlarına madde ile mücadele seminerleri tertip edilir, grup terapileri için gruplar oluşturulur. Ayrıca belki de en önemli etkinlik olacağını düşündüğümüz ‘hastanın arkadaşlarını bilgilendirme, rehabilite etme ve gerekirse grup etkinlikleri içine dahil etme’ programı tertip edilir. Çünkü madde kullanımı beraberinde bir kültür halini almakta, ona göre bir çevre oluşmaktadır ve bu çevre yeniden içmeyi teşvik edici olmaktadır. Bu çevreden ve bu kültürden uzaklaşmak tedavinin en önemli aşamasıdır.

Bir Cevap Yazın